Bağırsak kelimesi genellikle basitçe sindirim sistemimizin bir parçası olarak düşünülür, ancak aslında vücudumuzun en karmaşık, en akıllı ve en hayati organ sistemlerinden biridir. Vücudumuzun ikinci beyni olarak da adlandırılan bu inanılmaz yapı sadece yediklerimizi sindirmekle kalmaz, aynı zamanda bağışıklık sistemimizden ruh halimize kadar pek çok süreci yönetir.
Bağırsak sistemi hangi bölümlerden oluşur?
Sindirim sistemimiz, ağızdan başlayıp anüste sonlanan uzun bir yolculuktur. Bu yolculuğun mideden sonraki en önemli ve en uzun etabını bağırsaklar oluşturur. Bağırsak sistemini bir bütün olarak düşünsek de aslında yapıları ve görevleri birbirinden tamamen farklı iki ana bölümden oluşur. Bunlar ince bağırsak ve kalın bağırsaktır. Vücudumuzun kusursuz bir uyum içinde çalışmasını sağlayan bu iki bölüm, sindirimden besin emilimine, su dengesinden atıkların vücuttan uzaklaştırılmasına kadar bir dizi hayati görevi paylaşır. Her bir bölüm, bu görevleri yerine getirmek için kendine özgü bir tasarıma sahiptir.
İnce bağırsağın yapısı nasıldır ve görevleri nelerdir?
Besinlerin sindirilip vücudumuz için kullanılabilir hale getirildiği asıl yer ince bağırsaktır. Yaklaşık 6-7 metrelik uzunluğuyla sindirim sistemimizin en uzun parçasıdır. Ancak onu asıl özel kılan şey uzunluğundan çok iç yüzeyinin inanılmaz yapısıdır. Eğer ince bağırsağın iç yüzeyini bir kumaş gibi açıp serebilseydik, yaklaşık olarak bir tenis kortu kadar alan kaplardı. Bu devasa yüzey alanı, besinlerin en verimli şekilde emilebilmesi için tasarlanmıştır.
Bu inanılmaz yüzey alanı, üç özel yapı sayesinde oluşturulur.
- Plika sirkülares: Bağırsağın iç duvarında bulunan kalıcı katlantılardır.
- Villus: Bu katlantıların üzerini kaplayan milyonlarca parmak benzeri çıkıntıdır.
- Mikrovillus: Her bir villusun üzerini kaplayan ve “fırçamsı kenar” olarak bilinen mikroskobik uzantılardır.
Bu üç katmanlı yapı emilim yüzeyini yüzlerce kat artırarak vücudun hiçbir besini israf etmemesini sağlar. İnce bağırsak kendi içinde üç farklı bölümden oluşur ve her birinin kendine özgü görevleri vardır:
- Duodenum (Onikiparmak Bağırsağı): Midenin hemen çıkışında yer alan, yaklaşık 25 cm uzunluğundaki C şeklindeki başlangıç kısmıdır. Kimyasal sindirimin en yoğun yaşandığı merkez burasıdır. Mideden gelen asitli gıda bulamacı, burada pankreastan gelen sindirim enzimleri ve karaciğer ile safra kesesinden gelen safra ile buluşur. Bu güçlü karışım, besinlerin en küçük yapı taşlarına ayrılması için ilk ve en önemli adımı atar. Demir ve folat gibi kritik minerallerin emilimi de büyük oranda burada gerçekleşir.
- Jejunum (Boş Bağırsak): İnce bağırsağın yaklaşık 2.5 metrelik orta kısmıdır. Besin emiliminin şampiyonu olarak adlandırılabilir. Karbonhidratların, yağların, proteinlerin, vitaminlerin ve suyun büyük bir kısmı bu bölümde emilerek kana karışır. İç yüzeyindeki villuslar ve katlantılar en gelişmiş ve en sık bu bölgede bulunur:
- İleum (Kıvrımlı Bağırsak): İnce bağırsağın son ve yaklaşık 3.5 metre ile en uzun bölümüdür. Görevi, jejunumdan kaçan son besin kırıntılarını yakalamak ve emilimi tamamlamaktır. Ancak ileumun çok özel iki görevi daha vardır. Bunlardan ilki, sadece burada emilebilen B12 vitamininin emilimini sağlamaktır. İkincisi ise yağların sindirimi için kullanılan safra tuzlarını geri emerek karaciğere geri göndermektir. Bu geri dönüşüm mekanizması, vücudun kaynaklarını ne kadar verimli kullandığının harika bir örneğidir.
Kalın bağırsağın yapısı nasıldır ve görevleri nelerdir?
Kalın bağırsak, sindirim sisteminin son durağıdır ve yaklaşık 1.5 metre uzunluğundadır. İnce bağırsaktan farklı olarak temel görevi besinleri emmek değil geriye kalan posadan su ve elektrolitleri geri çekmek, dışkıyı oluşturmak ve depolamaktır. Bu nedenle iç yüzeyinde ince bağırsaktaki gibi villuslar bulunmaz, daha düz bir yapıya sahiptir. Dış görünüşü ise onu ince bağırsaktan ayıran belirgin özellikler taşır.
Kalın bağırsağı dışarıdan farklı kılan üç temel yapı bulunur:
- Tenyalar (Taeniae Coli): Bağırsağın dış yüzeyi boyunca uzanan üç adet şerit şeklindeki kas bandıdır.
- Haustra: Bu kas şeritlerinin kasılmasıyla oluşan, bağırsağın dış duvarındaki karakteristik kese benzeri boğumlanmalardır.
- Epiploik Apendiksler: Bağırsağın dış yüzeyinden sarkan küçük, yağ dolu keseciklerdir.
Kalın bağırsak, yolculuğun son etabını oluşturan birkaç bölümden meydana gelir.
- Çekum (Kör Bağırsak): İnce bağırsağın bittiği ve kalın bağırsağın başladığı kese şeklindeki ilk kısımdır. Ucunda, bağışıklık sisteminde rol oynayan ve iltihaplandığında apandisite neden olan apandis bulunur:
- Kolon: Kalın bağırsağın en uzun kısmıdır ve karın içinde bir çerçeve gibi ince bağırsakları sarar. Dört alt bölümü vardır: Çıkan kolon, transvers (enine) kolon, inen kolon ve sigmoid kolon.
- Rektum: Kalın bağırsağın son 10-15 cm’lik kısmıdır. Dışkının vücuttan atılmadan önce geçici olarak depolandığı bir rezervuar görevi görür.
- Anal Kanal: Rektumdan sonra gelen ve dışkının vücuttan kontrollü bir şekilde atılmasını sağlayan kas yapılarından oluşan son kısımdır.
İnce bağırsak besinleri nasıl sindirir?
Yediğimiz besinlerin vücudumuz tarafından kullanılabilmesi için en küçük yapı taşlarına ayrılması gerekir. Bu karmaşık kimyasal işlem ince bağırsağın duodenum bölümünde pankreas ve bağırsak duvarının ürettiği enzimlerin muhteşem bir orkestrasyonu ile gerçekleşir. Her besin grubunun sindirimi için farklı enzimler görev yapar.
Karbonhidratlar: Ekmek, makarna, patates gibi gıdalarla aldığımız nişasta, pankreastan gelen amilaz enzimi tarafından daha küçük şekerlere parçalanır. Bu küçük şekerler de ince bağırsak duvarındaki özel enzimler (laktaz, sükraz gibi) tarafından en basit şekerler olan glukoz, fruktoz gibi moleküllere dönüştürülür. Bu basit şekerler, bağırsak hücrelerinden kolayca geçerek kana karışır ve vücudumuza enerji sağlar.
Proteinler: Et, süt ürünleri, baklagiller gibi gıdalarla aldığımız proteinlerin sindirimi midede başlar ve ince bağırsakta devam eder. Pankreastan gelen tripsin ve kimotripsin gibi güçlü enzimler, protein zincirlerini daha küçük parçalara (peptitler) ayırır. Son dokunuşu ise bağırsak duvarındaki enzimler yaparak bu parçaları amino asitlere dönüştürür. Amino asitler de emilerek kana geçer ve kaslarımızdan hormonlarımıza kadar her şeyin yapı taşı olarak kullanılır.
Yağlar: Yağların sindirimi, su ve yağın birbirine karışmaması nedeniyle biraz daha farklı bir strateji gerektirir. Burada devreye karaciğerde üretilip safra kesesinde depolanan safra girer. Safra, büyük yağ damlacıklarını bir deterjan gibi daha küçük damlacıklara ayırır. Bu işleme emülsifikasyon denir ve pankreastan gelen lipaz enziminin işini çok kolaylaştırır. Lipaz, bu küçük yağ damlacıklarını yağ asitleri ve monogliseritlere parçalar. Bu küçük moleküller bağırsak hücrelerine emilir, burada yeniden paketlenir ve önce lenf sistemine, ardından da kan dolaşımına katılır.
Kalın bağırsağın su emilimi ve dışkı oluşumundaki rolü nedir?
İnce bağırsaklarda besinlerin emilimi tamamlandıktan sonra geriye kalan sindirilemeyen posa, su ve elektrolitlerden oluşan sıvı bir karışım kalın bağırsağa geçer. Günde yaklaşık 1.5-2 litre sıvı bu şekilde kalın bağırsağa ulaşır. Kalın bağırsağın en hayati görevlerinden biri, bu sıvının içindeki suyun ve sodyum, potasyum gibi değerli elektrolitlerin büyük bir kısmını geri emmektir. Bu sayede vücudumuz susuz kalmaz ve elektrolit dengesi korunmuş olur. Bu işlem vücudun genel su dengesini sağlamak için kritik öneme sahiptir.
Su ve elektrolitler emildikçe, geriye kalan sindirilemeyen lifler, ölü hücreler, mukus ve milyarlarca bakteriden oluşan içerik yavaş yavaş katılaşır ve dışkıyı (gaita) oluşturur. Kalın bağırsak, bu dışkıyı peristaltik hareketlerle yavaşça ilerletir ve dışkılama zamanı gelene kadar son kısım olan rektumda depolar. Bu süreç atıkların vücuttan düzenli bir şekilde uzaklaştırılmasını sağlar.
Bağırsak mikrobiyotası neden bu kadar önemlidir?
Bağırsaklarımız, özellikle de kalın bağırsak, tek başına bir organ değildir; aynı zamanda trilyonlarca mikroorganizmaya ev sahipliği yapan hareketli bir ekosistemdir. Bu bakteri, virüs ve mantarlardan oluşan topluluğa bağırsak mikrobiyotası veya halk arasında bilinen adıyla bağırsak florası denir. Bu mikroorganizmalarla aramızda karşılıklı faydaya dayalı, yani simbiyotik bir ilişki vardır. Onlar bizimle yaşar, biz de onların sağladığı faydalardan yararlanırız. Mikrobiyotanın sağlığımız için üstlendiği kritik görevler vardır:
- Sindirilemeyen liflerin parçalanması
- Kısa zincirli yağ asitleri üretimi
- Kolon hücreleri için enerji sağlanması
- Kanın pıhtılaşması için gerekli K vitamini üretimi
- Enerji metabolizmasında rol oynayan B grubu vitaminlerinin sentezi
- Bağışıklık sisteminin eğitilmesi ve olgunlaştırılması
- Zararlı (patojen) bakterilerin üremesinin engellenmesi
Son yıllardaki bilimsel çalışmalar bağırsak mikrobiyotasındaki dengesizliklerin obezite, diyabet, iltihaplı bağırsak hastalıkları ve hatta depresyon gibi birçok kronik hastalıkla ilişkili olabileceğini göstermektedir. Bu nedenle sağlıklı bir mikrobiyota, genel vücut sağlığının temel taşlarından biridir.
Bağırsakların kendi ‘ikinci beyni’ var mıdır?
Evet, bu benzetme oldukça doğrudur. Bağırsak duvarının katmanları arasında yer alan ve enterik sinir sistemi (ENS) adı verilen karmaşık bir sinir ağı bulunur. Milyonlarca nörondan oluşan bu sistem, o kadar karmaşıktır ki bilim dünyasında “ikinci beyin” olarak anılır. ENS’nin en şaşırtıcı özelliği, merkezi sinir sisteminden, yani beyinden büyük ölçüde bağımsız olarak çalışabilmesidir.
ENS, bağırsağın hareketlerini, salgılarını ve kan akışını yerel olarak yönetir. Yiyeceklerin sindirim sistemi boyunca ilerlemesini sağlayan ritmik kasılma dalgaları olan peristalsis, tamamen ENS tarafından koordine edilir. Yediğiniz bir lokmanın mideye, oradan da bağırsaklara doğru olan yolculuğu, bu akıllı sistemin kusursuz yönetimi sayesinde gerçekleşir. Beyin ve ENS arasında sürekli bir bilgi alışverişi olsa da ENS, temel sindirim fonksiyonlarının çoğunu kendi başına yürütebilecek kapasitededir.
Bağırsaklar bağışıklık sistemini nasıl destekler?
Bağırsaklar, vücudun dış dünya ile temas eden en geniş yüzeyidir. Bu nedenle besinlerle birlikte aldığımız sayısız mikrop ve potansiyel tehlikeye karşı sürekli bir savunma halinde olmak zorundadır. Bu kritik görevi yerine getirmek için bağırsağımızda bağırsakla ilişkili lenfoid doku (GALT) adı verilen çok güçlü ve özelleşmiş bir bağışıklık sistemi bulunur. Vücudumuzdaki tüm bağışıklık hücrelerinin yaklaşık %70’i bu sistemde yer alır.
GALT’ın temel amacı, zararlı istilacılara (patojenlere) karşı güçlü bir savunma hattı oluştururken, faydalı mikroorganizmalara ve besinlere karşı gereksiz bir reaksiyon göstermemektir. Bu hassas dengeye “oral tolerans” denir ve genel sağlık için hayati önem taşır. GALT’ın önemli bileşenleri şunlardır:
- Peyer Plakları: Özellikle ince bağırsağın son kısmı olan ileumda yoğunlaşan organize lenf dokularıdır.
- Apandis: Lenf dokusundan zengin bir organ olarak GALT’ın bir parçasıdır.
- İzole Lenf Folikülleri: Bağırsak duvarı boyunca dağılmış küçük bağışıklık merkezleridir.
Bu sistem, bağırsak duvarından sızmaya çalışan patojenleri tanır, onlara karşı antikor üretir ve vücudun savunma mekanizmalarını harekete geçirir.
Bağırsaklar hangi önemli hormonları üretir?
Bağırsaklar, genellikle göz ardı edilse de vücudun en büyük hormon üreten (endokrin) organıdır. Bağırsak duvarına dağılmış olan enteroendokrin hücreler, yediğimiz besinlerin türüne ve miktarına göre çeşitli hormonlar salgılayarak sindirim sürecini ve vücudun genel metabolizmasını düzenler. Bu hormonlar kan dolaşımına katılarak pankreas, safra kesesi ve hatta beyin gibi uzak organları etkiler. İşte bağırsaklarda üretilen bazı önemli hormonlar.
- Kolesistokinin (CCK): Özellikle yağlı ve proteinli bir yemek yediğimizde salgılanır. Safra kesesinin kasılarak yağların sindirimi için safra salgılamasını ve pankreasın sindirim enzimleri üretmesini tetikler. Aynı zamanda beyne güçlü bir tokluk sinyali göndererek yemeyi bırakmamıza yardımcı olur.
- Sekretin: Mideden gelen asitli içeriğe yanıt olarak salgılanır. Pankreası uyararak asidi nötralize eden bikarbonat açısından zengin bir sıvı salgılamasını sağlar.
- GLP-1 (Glukagon Benzeri Peptit-1): Karbonhidratlı bir yemek sonrası salgılanır. Pankreastan insülin salınımını uyararak kan şekerini düzenler, mide boşalmasını yavaşlatır ve iştahı bastırır. Bu özellikleri nedeniyle diyabet ve obezite tedavisinde önemli bir hedeftir.
- Serotonin: Genellikle “mutluluk hormonu” olarak bilinir ve şaşırtıcı bir şekilde %90’ından fazlası bağırsaklardaki hücreler tarafından üretilir. Bağırsak hareketlerini, salgıları ve ağrı algısını düzenlemede kritik bir rol oynar.
Bağırsak hastalıkları nasıl teşhis edilir?
Bağırsaklarla ilgili şikayetlerde doğru teşhisi koymak, etkili bir tedavinin ilk ve en önemli adımıdır. Günümüzde bu amaçla kullanılan son derece gelişmiş tanı yöntemleri mevcuttur. En sık başvurulan yöntemler şunlardır:
Kolonoskopi: Özellikle kalın bağırsak ve rektum hastalıkları için altın standart olarak kabul edilir. Ucunda kamera bulunan esnek bir tüp yardımıyla tüm kalın bağırsağın iç yüzeyi detaylı olarak incelenir. Bu yöntemle sadece tanı konulmakla kalmaz, aynı zamanda kansere dönüşme potansiyeli taşıyan polipler de tespit edilip aynı seansta çıkarılabilir. Şüpheli alanlardan biyopsi alınarak patolojik inceleme yapılabilir. Kolorektal kanser taraması, iltihaplı bağırsak hastalıklarının takibi ve nedeni bilinmeyen kanamaların araştırılmasında vazgeçilmezdir.
Bilgisayarlı Tomografi (BT): Özellikle karın ağrısı gibi acil durumlarda hızlı ve detaylı bilgi sağlayan bir görüntüleme yöntemidir. X-ışınları kullanılarak vücudun kesitsel görüntüleri oluşturulur. Apandisit, divertikülit, bağırsak tıkanıklığı gibi durumların teşhisinde, hastalığın yaygınlığını ve apse veya delinme gibi komplikasyonları saptamada son derece değerlidir. Cerrahinin planlanmasında bir yol haritası sunar.
Akut apandisit nedir ve tedavisi nasıldır?
Akut apandisit, kalın bağırsağın başlangıç kısmından sarkan apandis adlı küçük, parmak benzeri organın ani iltihaplanmasıdır. Genellikle apandisin içinin dışkı veya lenf dokusu büyümesi gibi bir nedenle tıkanması sonucu oluşur. Tıkanıklık nedeniyle içinde biriken sıvıda bakteriler çoğalır ve organ iltihaplanır. Tedavi edilmezse apandis delinebilir ve bu durum karın içinde yaygın ve hayatı tehdit eden bir enfeksiyona (peritonit) yol açabilir.
Akut apandisitin standart ve kesin tedavisi, iltihaplı apandisin cerrahi olarak çıkarılmasıdır. Bu ameliyata apendektomi denir. Günümüzde bu ameliyat için iki temel yaklaşım vardır:
Laparoskopik (Kapalı) Apendektomi: Günümüzde vakaların çoğunda tercih edilen yöntemdir. Karın duvarında açılan birkaç küçük delikten kamera ve özel cerrahi aletler sokularak gerçekleştirilir. Daha az ağrı, daha hızlı iyileşme süresi, daha küçük yara izi ve daha düşük enfeksiyon riski gibi önemli avantajları vardır:
Açık Apendektomi: Karnın sağ alt kadranından yapılan tek bir kesi ile gerçekleştirilen geleneksel yöntemdir. Komplike vakalarda, yaygın enfeksiyon varlığında veya laparoskopik yöntemin güvenli olmadığı durumlarda tercih edilebilir.
Divertikülit hastalığında ameliyat ne zaman gerekir?
Divertiküloz, genellikle kolonun son kısmı olan sigmoid kolonda, bağırsak duvarının zayıf noktalarından dışarıya doğru oluşan küçük keseciklerin (divertiküllerin) varlığıdır. Bu keseciklerin bir veya birkaçının iltihaplanması ve enfekte olması durumuna ise divertikülit denir. Basit divertikülit atakları genellikle antibiyotik tedavisi ve sıvı diyetle yönetilebilir. Ancak bazı durumlarda cerrahi müdahale kaçınılmaz hale gelir.
Cerrahi gerektiren durumlar acil veya planlı (elektif) olabilir.
Acil Ameliyat Gerektiren Durumlar:
- Bağırsak delinmesi (perforasyon) ve buna bağlı yaygın karın zarı iltihaplanması (peritonit)
- İlaç tedavisine ve radyolojik drenaja yanıt vermeyen büyük apse oluşumu
- Bağırsak tıkanıklığı
- Durdurulamayan ciddi kanama
Planlı Ameliyat Gerektiren Durumlar:
- Hayat kalitesini ciddi şekilde düşüren sık tekrarlayan divertikülit atakları
- İdrar torbası veya başka bir organa anormal bir yol (fistül) oluşması
- Bağırsak lümeninde kalıcı darlık gelişmesi
Ameliyatın temel amacı, hastalığa neden olan divertiküllü bağırsak segmentinin çıkarılmasıdır.
Bağırsak tıkanıklığı nasıl tedavi edilir?
Bağırsak tıkanıklığı, bağırsak içeriğinin normal akışının engellenmesi durumudur ve acil müdahale gerektirir. Yetişkinlerde en sık nedeni, daha önce geçirilmiş karın ameliyatlarına bağlı olarak gelişen karın içi yapışıklıklardır. Bu yapışıklıklar, bağırsakları bir ip gibi boğarak veya bükerek geçişi engelleyebilir.
Başlangıç tedavisi genellikle ameliyatsızdır. Hastanın ağızdan alımı durdurulur, damardan sıvı ve elektrolit takviyesi yapılır ve burundan mideye uzatılan bir tüp (nazogastrik sonda) ile bağırsaklarda biriken sıvı ve gaz boşaltılarak basınç düşürülür. Hastaların bir kısmı bu tedaviyle rahatlar ve ameliyata gerek kalmaz. Ancak aşağıdaki belirtiler varsa acil cerrahi müdahale zorunludur.
- Şiddetli ve geçmeyen karın ağrısı
- Yüksek ateş
- Taşikardi (kalp atım hızının artması)
- Kan tahlillerinde enfeksiyon veya asidoz belirtileri
- Tomografide bağırsak duvarının kanlanmasının bozulduğuna dair bulgular (iskemi)
Ameliyatta (adezyoliz), tıkanıklığa neden olan yapışıklıklar dikkatlice kesilerek bağırsak serbestleştirilir. Eğer uzun süreli bası nedeniyle bağırsakta kanlanma bozukluğu ve çürüme (nekroz) gelişmişse, o cansız bağırsak bölümünün çıkarılması gerekir.
Bağırsak kanserlerinin cerrahi tedavisi nasıl yapılır?
Kolorektal kanserlerin (kalın bağırsak ve rektum kanserleri) ana ve en etkili tedavisi cerrahidir. Onkolojik cerrahinin temel prensibi, sadece tümörün kendisini değil aynı zamanda tümörün yayılma potansiyeli taşıdığı bölgesel lenf bezlerini ve o bölgeyi besleyen damarları da içeren bağırsak segmentini tek bir blok halinde, temiz cerrahi sınırlarla çıkarmaktır. Yapılacak ameliyatın tipi, tümörün bağırsaktaki yerine göre belirlenir.
- Sağ Hemikolektomi: Çekum, çıkan kolon veya hepatik fleksura (kolonun sağ üst köşesi) tümörleri için yapılır.
- Transvers Kolektomi: Transvers kolon tümörleri için yapılır.
- Sol Hemikolektomi: Splenik fleksura (kolonun sol üst köşesi) veya inen kolon tümörleri için yapılır.
- Sigmoidektomi: Sigmoid kolon tümörleri için yapılır.
- Anterior Rezeksiyon: Rektumun üst ve orta kısımlarındaki tümörler için yapılır.
Günümüzde bu büyük ameliyatların çoğu, onkolojik prensiplerden ödün vermeden laparoskopik (kapalı) yöntemle başarıyla gerçekleştirilebilmektedir. Laparoskopik cerrahi, açık cerrahiye kıyasla daha az ağrı, daha hızlı iyileşme ve daha kısa hastanede kalış süresi gibi önemli avantajlar sunar.
Stoma (bağırsak torbası) nedir ve neden kullanılır?
Stoma, Yunanca “ağız” anlamına gelir ve cerrahi olarak bağırsağın karın duvarına ağızlaştırılması işlemidir. İnce bağırsaktan yapılırsa ileostomi, kalın bağırsaktan yapılırsa kolostomi olarak adlandırılır. Stoma sayesinde dışkı, normal yoldan değil bu açıklıktan karın duvarına yapıştırılan özel bir torbaya boşalır.
Stoma açılması, birçok hasta için hayat kurtarıcı veya yaşam kalitesini artırıcı bir prosedürdür. Geçici veya kalıcı olabilir.
Geçici Stoma: Genellikle riskli bir bağırsak birleştirmesini (anastomoz) korumak, şiddetli bir enfeksiyonun veya iltihabın iyileşmesine zaman tanımak amacıyla açılır. Altta yatan sorun çözüldükten sonra ikinci bir ameliyatla kapatılarak bağırsak devamlılığı tekrar sağlanır.
Kalıcı Stoma: Özellikle rektum kanseri gibi durumlarda, makat ve onu kontrol eden kasların tamamen çıkarılması gerektiğinde kalıcı olarak açılır.
Ameliyat sonrası iyileşmeyi hızlandıran ERAS protokolü nedir?
ERAS (Enhanced Recovery After Surgery), yani “Ameliyat Sonrası Hızlandırılmış İyileşme”, cerrahi bakımda modern bir devrimdir. Bu tek bir uygulamadan ziyade, hastanın ameliyat yolculuğunun her aşamasını (öncesi, sırası ve sonrası) kapsayan, kanıta dayalı bir dizi uygulamanın bir araya getirildiği bütüncül bir yaklaşımdır. ERAS’ın temel amacı, vücudun cerrahi travmaya verdiği stresi azaltmak, normal fizyolojik fonksiyonları olabildiğince korumak ve hastanın en kısa sürede normal hayatına dönmesini sağlamaktır.
ERAS protokolü kapsamında yer alan bazı temel uygulamalar şunlardır:
Ameliyat Öncesi Uygulamalar:
- Hastanın detaylı bilgilendirilmesi ve sürece hazırlanması
- Geleneksel uzun süreli açlık yerine, ameliyattan 2 saat öncesine kadar özel karbonhidratlı içeceklerin verilmesi
- Rutin bağırsak temizliğinden kaçınılması
Ameliyat Sırasındaki Uygulamalar:
- Mümkünse minimal invaziv (laparoskopik) cerrahinin tercih edilmesi
- Hedefe yönelik, dengeli sıvı tedavisi
- Vücut ısısının normal seviyelerde tutulması
- Bölgesel anestezi tekniklerinin kullanılması
Ameliyat Sonrası Uygulamalar:
- Güçlü opioid ağrı kesicilerden kaçınan çok modlu ağrı yönetimi
- Ameliyat günü hastanın ayağa kaldırılması ve hareket etmeye teşvik edilmesi
- Mümkün olan en kısa sürede ağızdan beslenmeye başlanması
- İdrar sondası ve drenlerin erken çekilmesi
Bu protokoller sayesinde hastaların hastanede kalış süreleri kısalmakta, komplikasyon oranları düşmekte ve iyileşme süreci önemli ölçüde hızlanmaktadır.

Doç. Dr. İsmail Sert, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun olduktan sonra genel cerrahi uzmanlığını Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde tamamladı. İsviçre, Hollanda ve Malatya’da organ nakli, karaciğer, pankreas ve safra yolu cerrahisi üzerine eğitimler aldı. 2018’de Tepecik Hastanesi’nde karaciğer nakli programını kurdu ve yönetti. Türk ve Avrupa Cerrahi Yeterlilik Belgelerine sahiptir. Ağustos 2023’ten itibaren İzmir Bayraklı’daki özel kliniğinde hastalarını kabul etmektedir.
Laparoskopik Distal Pankeotektomi
Kanser Cerrahisi
Sitoredüktif Cerrahi ve HİPEC (sıcak kemoterapi)
Kanser Cerrahisi
Kitle sebebi ile Bilateral Adrenelektomi
Kanser Cerrahisi
Pankreas Baş kısmında ki yaklaşık 4cm’lik kitlenin Whipple Ameliyatı
Kanser Cerrahisi