Neoplazma, hücrelerin kontrolünü kaybederek anormal ve otonom bir şekilde çoğalmasıyla meydana gelen doku büyümesidir. Halk arasında tümör veya kitle olarak da bilinen bu yapılar iyi huylu olabileceği gibi kötü huylu (kanser) da olabilir. Bir neoplazmanın varlığı ve niteliği, uzman hekim tarafından yapılan fiziki muayene ve ultrason, tomografi gibi modern görüntüleme tetkikleriyle başlayan çok aşamalı bir süreçle ortaya çıkarılır. Ancak bu süreçteki en kesin ve nihai tanı, her zaman şüpheli dokudan alınan küçük bir parçanın, yani biyopsinin, patoloji laboratuvarında incelenmesiyle konulur. Bu analiz, kitlenin kimliğini belirleyerek tedavi yolculuğunu şekillendirir.
Neoplazma Nedir? Neoplazma Nasıl Ortaya Çıkarılır?
Vücudumuzda bir “kitle” veya “tümör” şüphesiyle karşılaştığımızda aklımıza hemen en kötü senaryoların gelmesi çok doğaldır. Ancak tıpta “neoplazma” olarak adlandırdığımız bu durum aslında geniş bir yelpazeyi kapsar. En basit tanımıyla neoplazma, hücrelerin normal kontrol mekanizmalarını yitirip anormal ve kontrolsüz bir şekilde çoğalarak oluşturdukları yeni doku demektir. Bu anormal doku bazen tamamen zararsız, iyi huylu bir yapı olabileceği gibi, bazen de kanser gibi ciddi bir durumu işaret edebilir. Bu nedenle neoplazmanın ne olduğunu anlamak ve nasıl ortaya çıkarıldığını bilmek, hem endişeleri gidermek hem de doğru tedavi yolunu çizmek için atılacak ilk ve en önemli adımdır. Bu süreç tek bir test veya muayeneden ibaret değildir; adeta bir yapbozun parçalarını birleştirmek gibi, hastanın öyküsünden başlayıp, muayene, modern görüntüleme teknikleri ve doku analizi gibi adımları içeren kapsamlı bir yolculuktur.
Bir Neoplazma Ne Anlama Gelir?
Bir kitleye “neoplazma” dediğimizde, aslında onun davranış biçimine göre bir sınıflandırma yaparız. Bu kitlenin karakterini, yani potansiyel tehlikesini anlamamız için temel bir ayrımdır. Şöyle düşünün; kalabalık bir caddedeki insanları gözlemliyorsunuz. Bazıları sakince kendi yolunda ilerler, bazıları ise etrafına rahatsızlık vererek ilerler. Neoplazmalar da böyledir. Tıbbi olarak onları üç ana grupta inceleriz.
Neoplazmaların temel türleri şunlardır:
- İyi Huylu (Benign) Neoplazmalar
- Kötü Huylu (Malign) Neoplazmalar / Kanser
- Kanser Öncüsü (Premalign) Lezyonlar
İyi Huylu (Benign) Neoplazmalar: Bunlar “uslu” tümörlerdir. Bulundukları yerde sınırlı kalırlar, çevre dokuları istila etmezler ve en önemlisi, vücudun başka bir yerine sıçramazlar (metastaz yapmazlar). Genellikle etraflarında onları sınırlayan bir kapsül bulunur. Yağ bezeleri (lipom) veya rahimdeki miyomlar buna en bilinen örneklerdir. Kanser olmasalar da bu tamamen zararsız oldukları anlamına gelmez. Büyüklükleri ve bulundukları yere göre ciddi sorunlara yol açabilirler. Örneğin beyin gibi hassas bir organda büyüyen iyi huylu bir tümör, önemli sinirlere baskı yaparak fonksiyon kaybına neden olabilir veya karın içinde devasa boyutlara ulaşan bir kitle, diğer organları sıkıştırarak ağrıya ve rahatsızlığa yol açabilir. Tedavideki amaç genellikle bu baskıyı ortadan kaldırmak veya kesin tanı koyarak herhangi bir şüpheyi gidermek için kitlenin cerrahi olarak tamamen çıkarılmasıdır.
Kötü Huylu (Malign) Neoplazmalar / Kanser: İşte bunlar “yaramaz” tümörlerdir ve “kanser” kelimesinin tam karşılığıdır. Onları tehlikeli yapan iki temel özellikleri vardır: invazyon ve metastaz. İnvazyon, tümörün bir ahtapotun kolları gibi komşu dokuların içine doğru uzanması, onları istila etmesidir. Metastaz ise çok daha sinsi bir özelliktir; tümörden kopan kanser hücrelerinin kan veya lenf damarları yoluyla vücudun bambaşka yerlerine (akciğer, karaciğer, kemik, beyin vb.) gidip orada yeni tümör kolonileri oluşturmasıdır. Burada çok önemli bir prensip vardır: Bir kalın bağırsak kanseri karaciğere sıçradığında, karaciğerdeki bu yeni tümör bir “karaciğer kanseri” değildir. O, hala anormal kalın bağırsak hücrelerinden oluşur. Patologların mikroskop altında yaptığı inceleme, bu hücrelerin “kimliğini” ortaya çıkararak kanserin ana kaynağını bulmamızı sağlar.
Kanser Öncüsü (Premalign) Lezyonlar: Bu kategori, iyi huylu ile kötü huylu arasında bir “gri alandır”. Bu lezyonlardaki hücreler, normalden sapmış, anormal bir görünüme ve çoğalma eğilimine sahiptir, ancak henüz kanserin en tehlikeli özelliği olan çevre dokuyu istila etme (invazyon) yeteneğini kazanmamışlardır. Bunları, yanıp sönen bir “motor arıza lambası” gibi düşünebilirsiniz. Henüz büyük bir sorun yok, ama müdahale edilmezse yolda kalma riskiniz yüksek. Bağırsaktaki bazı polip türleri veya rahim ağzındaki hücresel değişiklikler (displazi) bu duruma örnektir. Bu lezyonlar, kanser gelişmeden müdahale etme ve hastalığı en erken aşamada durdurma konusunda bize paha biçilmez bir fırsat sunar. Cerrahinin buradaki rolü genellikle koruyucudur; yani riskli dokuyu, kansere dönüşme fırsatı bulamadan temizlemektir.
Bir Tümörün İyi veya Kötü Huylu Olduğu Nasıl Anlaşılır?
Bir kitlenin davranışını, yani iyi huylu mu yoksa kötü huylu mu olduğunu belirleyen şey, hücre seviyesindeki gözle görülebilir farklardır. Cerrahın aldığı bir doku örneği (biyopsi), patoloğun mikroskop altında bu farkları araması için bir pencere açar. Patoloğun raporunda yazdığı bulgular, cerrahın tedavi stratejisini belirleyen en önemli yol göstericilerdir.
Patologların bir tümörün karakterini anlamak için mikroskop altında baktığı temel özellikler vardır:
- Hücrelerin şekil ve yapı bozukluğu (atipi)
- Hücre çekirdeğinin durumu
- Hücrelerin bölünme hızı (mitotik aktivite)
- Komşu dokulara sızma (invazyon)
- Tümör içindeki hücresel çeşitlilik (heterojenite)
Hücrelerin “Kimlik Kartının” Bozulması: Kanser hücreleri, köken aldıkları normal hücrelere benzemezler. Adeta “kimlikleri” bozulmuştur. Patolog, mikroskop altında bu bozulmanın derecesine bakar. Hücrenin komuta merkezi olan çekirdek, normalden çok daha büyük, şekilsiz ve koyu renkli olabilir. Çekirdeğin hücrenin geri kalanına oranı ciddi şekilde artmıştır. Bu anormal görünüm, yani “atipi”, kanser tanısının en temel mikroskobik kanıtlarından biridir.
Sınırları Aşmak: Bazal Membran ve İnvazyon: Epitel dokulardan (cilt, bağırsak yüzeyi, meme kanalları vb.) kaynaklanan tümörlerde, hücre topluluğunu çevreleyen ince bir “duvar” veya “çit” bulunur. Buna “bazal membran” diyoruz. İyi huylu tümörler büyürken bu çiti aşamaz, onu sadece iter ve kendi sınırları içinde kalırlar. Kötü huylu kanser hücreleri ise bu duvarı yıkmalarını sağlayan özel enzimler üretme yeteneği kazanırlar. Bu enzimler bazal membranı eritir ve kanser hücrelerinin bu kritik sınırı aşarak altındaki destek dokulara sızmasına, yani “invazyon” yapmasına olanak tanır. İşte bu mikroskobik olay, bir tümörün artık “kötü huylu” (kanser) olduğunu gösteren ve daha kapsamlı bir tedavi gerektiren en net işarettir.
Tümör Bir “Kötüler Topluluğudur”: Klinik olarak fark ettiğimiz bir tümör, genellikle tek tip hücreden oluşan bir kitle değildir. Zamanla, farklı genetik değişiklikler biriktiren ve farklı özelliklere sahip alt hücre gruplarının oluşturduğu karmaşık bir “topluluk” haline gelir. Bu durumun, yani “tümör heterojenitesinin” tedavide çok önemli sonuçları vardır. Örneğin yapılan bir iğne biyopsisi, tümörün sadece sakin bir köşesinden örnek alabilir ve topluluğun en agresif, en tehlikeli üyelerini gözden kaçırabilir. Bu “örnekleme hatası” riski, neden bazen tümörün tamamının çıkarılmasının (eksizyonel biyopsi) en doğru tanı yöntemi olduğunu açıklar. Çünkü ancak tümörün tamamı incelendiğinde, onun gerçek karakteri ve en tehlikeli potansiyeli anlaşılabilir.
Doktorla İlk Görüşmede Neoplazma Şüphesiyle Süreç Nasıl İşler?
Tanı yolculuğu her zaman doktor muayenehanesinde başlar. Bu ilk görüşme, tüm sürecin temelini oluşturur. Doktorun sizi dikkatle dinlemesi ve detaylı bir muayene yapması, doğru teşhise giden yolda atılacak en önemli ilk adımlardır. Bu aşama, olası tanıları düşünmek, risk faktörlerinizi belirlemek ve hangi tetkiklerin, hangi sırayla yapılacağını planlamak için kritik bir öneme sahiptir.
Anlattıklarınızdaki İpuçları: Hastanın hikayesi, bir dedektifin ipuçlarını birleştirmesi gibidir. Sorulan sorular, kanser riski ve belirtilerini ortaya çıkarmayı hedefler.
Sorgulanacak önemli risk faktörleri şunlardır:
- Aile öyküsü (anne, baba, kardeş gibi birinci derece akrabalarda kanser varlığı, türü ve teşhis yaşı)
- Kişisel kanser öyküsü
- Sigara ve alkol kullanımı
- Mesleki maruziyet (asbest, kimyasallar vb.)
- Geçirilmiş enfeksiyonlar (Hepatit B/C, HPV vb.)
- Beslenme alışkanlıkları ve obezite
Bunun yanında, vücudun genel alarm sinyalleri olan ve “kırmızı bayrak” olarak kabul edilen belirtiler de çok önemlidir. Açıklanamayan ve diyete bağlı olmayan kilo kaybı, aylardır süren yorgunluk, gece yatağı ıslatacak derecede terleme veya nedeni bulunamayan ateş gibi şikayetler, altta yatan bir neoplazmanın habercisi olabilir.
Muayenedeki Somut Bulgular: Fizik muayene, hikayede anlatılanları doğrulamak ve elle tutulur kanıtlar bulmak için yapılır. Ele gelen bir kitlenin özellikleri, onun doğası hakkında değerli bilgiler verebilir.
Muayenede şüphe uyandıran bulgular genellikle şunlardır:
- Kitlenin sert olması
- Yüzeyinin pürüzlü ve düzensiz olması
- Çevre dokulara yapışık, yani hareket ettirilemiyor olması
- Hızlı büyümesi
- Üzerindeki deride renk değişikliği, çekinti veya yara açılması
Muayenenin en az kitle kadar önemli bir diğer parçası da bölgesel lenf bezlerinin kontrolüdür. Lenf bezleri, vücudun bir nevi “filtre istasyonlarıdır” ve kanser hücreleri yayılırken genellikle ilk olarak bu istasyonlara uğrarlar. Bu nedenle meme kanseri şüphesinde koltuk altı, baş-boyun tümörlerinde boyun, bacak veya genital bölge tümörlerinde kasık bölgesi gibi ilgili lenf bezi alanları dikkatle muayene edilir. Büyümüş, sertleşmiş veya birbirine yapışmış halde bulunan lenf bezleri, kanserin yayılmış olabileceğine dair önemli bir şüphedir.
Kanıtların Öncelik Sırası: Tanı sürecinde bir “kesinlik hiyerarşisi” olduğunu bilmek önemlidir. Muayenede elde edilen klinik bulgular şüpheyi doğurur. Görüntüleme yöntemleri (tomografi, MR vb.) bu şüpheyi araştırır ve anatomik detayları sunar. Ancak nihai ve en kesin sözü her zaman patoloji söyler. Örneğin doktor muayenede bir kitleyi 4 cm olarak hissedebilir, tomografi raporunda 3 cm ölçülebilir. Ancak ameliyatla çıkarılan tümörün patolog tarafından yapılan ölçümünde 2 cm olarak saptanırsa, evreleme ve tedavi planlamasında esas alınacak nihai ve doğru ölçüm bu 2 cm’dir. Kural basittir: Patoloji, görüntülemeden; görüntüleme ise klinik muayeneden daha kesindir.
Neoplazma Şüphesinde Hangi Görüntüleme Yöntemleri Kullanılır?
Klinik şüphe oluştuktan sonra, vücudun içine bakmamızı sağlayan modern görüntüleme teknolojileri devreye girer. Bu yöntemler kitlenin varlığını doğrulamak, tam yerini, boyutunu ve komşu organlarla ilişkisini belirlemek için kullanılır. En önemlisi de hastalığın vücuda yayılıp yayılmadığını, yani evresini anlamamıza yardımcı olurlar. Tek bir “sihirli” görüntüleme yöntemi yoktur; her biri farklı bir bilgi sunar ve genellikle birbirlerini tamamlarlar.
Başlıca kullanılan görüntüleme yöntemleri ve görevleri şöyledir.
- Ultrason (US): Özellikle meme, tiroit, karaciğer, safra kesesi ve yumuşak doku gibi yüzeysel veya karın içi organlardaki kitlelerin ilk değerlendirmesinde kullanılır. Bir kitlenin içinin sıvı dolu (kist) mu, yoksa katı (solid) mı olduğunu ayırt etmedeki en başarılı yöntemdir.
- Bilgisayarlı Tomografi (BT): Kanser evrelemesinin “beygir gücüdür”. Vücudu baştan aşağı hızlıca tarayarak, kanserin akciğer, karaciğer veya lenf bezleri gibi uzak bölgelere yayılıp yayılmadığını saptamada en sık başvurulan yöntemdir.
- Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRG): Yumuşak dokuların (beyin, kaslar, omurilik, karaciğer, rektum) “detay uzmanıdır”. Bu bölgelerdeki tümörlerin karakterini ve yayılımını tomografiden çok daha ayrıntılı gösterir.
- Pozitron Emisyon Tomografisi (PET/BT): Vücudun “metabolizma haritasını” çıkarır. Kanser hücreleri gibi hızla çoğalan ve çok enerji tüketen hücreleri “parlayan noktalar” olarak gösterir. Genellikle tanısı konmuş bir kanserin tüm vücuttaki yaygınlığını tek bir taramada görmek için kullanılır.
Ultrason, ses dalgalarıyla çalıştığı için radyasyon içermez ve güvenlidir. Özellikle ele gelen bir meme kitlesinin veya tiroit nodülünün ilk değerlendirmesinde, biyopsi yapılacaksa iğneye rehberlik etmede paha biçilmezdir. Bilgisayarlı Tomografi, X-ışınları kullanarak vücudun kesitsel fotoğraflarını çeker. Hızlıdır ve özellikle akciğerler, kemikler ve karın içi organlar hakkında mükemmel anatomik bilgi verir. Cerrahi planlamada, tümörün önemli damarlarla veya organlarla olan ilişkisini göstererek ameliyatın sınırlarını belirlemeye yardımcı olur.
Manyetik Rezonans Görüntüleme, güçlü bir mıknatıs ve radyo dalgaları kullanarak çalışır, radyasyon içermez. En büyük avantajı, farklı yumuşak dokuları birbirinden ayırt etmedeki üstün yeteneğidir. Örneğin rektum kanserinde, tümörün bağırsak duvarının katmanları içinde ne kadar derine indiğini ve cerrahi sınır olan önemli bir zarla ilişkisini en iyi MRG gösterir. Bu bilgi, ameliyatın şeklini doğrudan etkiler.
PET/BT ise diğerlerinden farklı olarak fonksiyonel bir testtir. Hastaya damardan radyoaktif olarak işaretlenmiş bir şeker molekülü verilir. Kanser hücreleri bu şekeri normal hücrelerden çok daha fazla kullandığı için, taramada bu bölgeler parlar. PET, her zaman BT ile birlikte çekilir. Böylece parlayan yerin hangi organ veya dokuya denk geldiği anlaşılır. Ancak unutulmamalıdır ki enfeksiyon veya iltihap gibi kanser dışı durumlar da bu testi pozitif yapabilir (“yalancı pozitiflik”). Bu nedenle PET/BT’de saptanan ve tedaviyi değiştirecek nitelikteki her şüpheli bulgunun, mümkünse mutlaka biyopsi ile doğrulanması gerekir.
Neden Kesin Tanı İçin Biyopsi Alınması Gerekir?
Tüm muayene ve görüntüleme bulguları bir araya gelip şüpheleri güçlendirse de onkolojide nihai kararı veren tek bir şey vardır: doku örneği. “Doku olmadan teşhis olmaz” prensibi, bu alanın en temel ve değişmez kuralıdır. Bir kitlenin ne olduğunu kesin olarak söyleyebilmek, yani adını koyabilmek için, ondan bir parça alıp patoloğun mikroskop altında incelemesi şarttır. Bu işleme biyopsi denir ve farklı yöntemlerle yapılabilir.
Biyopsi için kullanılan başlıca teknikler şunlardır:
- İnce İğne Aspirasyon Biyopsisi (İİAB)
- Kalın İğne (Tru-Cut) Biyopsisi
- İnsizyonel (Kesisel) Biyopsi
- Eksizyonel (Çıkarımsal) Biyopsi
İnce İğne Aspirasyon Biyopsisi (İİAB), ince bir iğne ile kitleden hücre çekme işlemidir. Hızlı ve basittir. Ancak sadece dağınık hücreler elde edildiği için, dokunun genel mimarisi hakkında bilgi vermez. Bu bazen tanının yetersiz kalmasına neden olabilir.
Kalın İğne (Tru-Cut) Biyopsisi ise daha kalındır ve kitleden ince, silindirik bir doku parçası “koparır”. Bu yöntem genellikle daha çok tercih edilir, çünkü doku bütünlüğünü korur. Bu sayede patolog, hücrelerin birbiriyle olan ilişkisini, yani doku mimarisini görebilir. Bu tanının doğruluğu, kanserin derecesi (agresifliği) ve günümüzde çok önemli olan moleküler testler için yeterli materyal sağlar. Özellikle meme, karaciğer veya yumuşak doku gibi katı organ tümörlerinde altın standarttır.
Cerrahi Biyopsiler ise genellikle iğne biyopsilerinin yetersiz kaldığı veya teknik olarak mümkün olmadığı durumlarda devreye girer. İnsizyonel biyopside, büyük bir tümörden sadece tanı koymak amacıyla bir parça ameliyatla çıkarılır. Bu özellikle ameliyat öncesi kemoterapi veya radyoterapi planlanan durumlarda, tedaviyi yönlendirecek doğru tanıyı elde etmek için yapılır. Eksizyonel biyopsi ise, şüpheli lezyonun tamamının, genellikle etrafında bir miktar sağlam doku ile birlikte tamamen çıkarılmasıdır. Küçük ve ulaşılabilir lezyonlar için idealdir. Bu yöntem hem tanı koydurur (çünkü tümörün tamamı incelenir ve örnekleme hatası riski ortadan kalkar) hem de eğer sınırlar temizse ve tümör erken evredeyse aynı zamanda tedavi edici olabilir.
Patoloji Raporu Ne Anlama Gelir ve Nasıl Yorumlanır?
Biyopsi veya ameliyatla alınan doku örneği patoloji laboratuvarına gönderildikten sonra, birkaç gün süren bir dizi işlemden geçer ve sonunda patoloji raporu hazırlanır. Bu rapor, tanı sürecinin “resmi sonucudur” ve tedavi planının üzerine inşa edileceği en önemli belgedir. Bir hastanın bu raporun tüm teknik detaylarını anlaması beklenmez, ancak raporun ne gibi temel bilgiler içerdiğini bilmesi, süreci daha iyi anlamasına yardımcı olur.
Standart bir patoloji raporu genellikle şu kritik bilgileri içerir:
- Tümörün histolojik tipi (adı)
- Tümörün derecesi (agresifliği)
- Tümörün boyutu
- Cerrahi sınırların durumu (tümörün tamamen çıkarılıp çıkarılmadığı)
- Lenfovasküler invazyon varlığı (tümörün küçük kan veya lenf damarlarına girip girmediği)
- İncelenen ve tutulan lenf bezi sayısı (eğer lenf bezleri çıkarıldıysa)
- Özel biyobelirteç sonuçları (ER, PR, HER2 gibi)
Raporun ilk ve en önemli kısmı histolojik tanıdır. Bu kanserin tam adıdır. Örneğin “İnvaziv Duktal Karsinom” bir meme kanseri türünü, “Adenokarsinom” ise genellikle salgı bezi kökenli bir kanseri (mide, bağırsak, akciğer vb.) tanımlar. İkinci önemli bilgi, tümörün derecesidir (Grade). Bu kanser hücrelerinin mikroskop altındaki “hırçınlık” seviyesidir. Grade 1 (düşük dereceli) tümörler daha yavaş büyüyen, uslu tiplerken; Grade 3 (yüksek dereceli) tümörler daha agresif ve hızlı yayılma potansiyeline sahip tiplerdir.
Ameliyat sonrası gelen raporlarda cerrahi sınırların durumu hayati önem taşır. “Cerrahi sınır negatif (veya temiz)” ifadesi, cerrahın kanserli dokuyu etrafında bir miktar sağlam doku ile birlikte tamamen çıkardığı ve geride tümör bırakmadığı anlamına gelir. Bu kür (tam tedavi) için en istenen durumdur.
Günümüzde raporların en önemli bölümlerinden biri de biyobelirteçlerdir. Bunlar doğrudan tümör hücrelerinin üzerinde veya içinde bulunan ve kanserin karakteri hakkında bilgi veren moleküllerdir. Örneğin meme kanseri raporunda ER (Östrojen Reseptörü), PR (Progesteron Reseptörü) ve HER2 durumuna bakılır. Bu sonuçlar, hastanın hormon tedavisinden mi yoksa hedefe yönelik “akıllı ilaçlardan” mı fayda göreceğini doğrudan belirler. Artık bu tür hedefe yönelik testler, akciğer, kalın bağırsak, mide kanserleri ve melanom gibi birçok kanser türü için standart hale gelmiştir ve kişiye özel tedavinin temelini oluşturur.
Kanserin “Evrelendirilmesi” Ne Anlama Gelir?
Tüm bu tanısal çalışmalar (muayene, görüntüleme, patoloji) tamamlandığında, tüm bilgiler bir araya getirilerek kansere bir evre verilir. Evreleme, kanserin vücuttaki yaygınlığını tanımlamak için kullanılan evrensel bir dildir. Hastalığın ne kadar ilerlemiş olduğunu gösterir, gelecekteki seyri (prognoz) hakkında en önemli bilgiyi verir ve en önemlisi, hangi tedavinin uygulanacağına dair yol haritasını çizer. Katı organ tümörleri için dünya genelinde kabul edilen sistem, TNM sistemidir.
TNM sisteminin bileşenleri şunlardır:
- T (Tümör): Ana tümörün boyutunu ve çevre dokulara ne kadar yayıldığını ifade eder.
- N (Nod / Lenf Nodu): Kanserin yakındaki lenf bezlerine yayılıp yayılmadığını gösterir.
- M (Metastaz): Kanserin vücudun uzak organlarına (karaciğer, akciğer, kemik vb.) yayılıp yayılmadığını belirtir.
Her bir harfin yanındaki rakam, yayılımın derecesini gösterir. Örneğin T1 küçük bir tümörü ifade ederken, T4 komşu organları istila etmiş büyük bir tümörü tanımlar. N0 lenf bezlerinin temiz olduğunu, N1, N2, N3 ise artan sayıda veya daha uzak lenf bezlerinin tutulduğunu gösterir. M0 uzak yayılımın olmadığını, M1 ise hastalığın artık uzak organlara sıçradığını, yani metastatik evrede olduğunu belirtir.
Bu harfler ve rakamlar bir araya getirilerek nihai Evre Grubu (Evre I, II, III, IV) belirlenir. Evre I, en erken ve genellikle en iyi prognoza sahip aşamayı temsil ederken, Evre IV, hastalığın uzak organlara yayıldığı en ileri aşamadır.
Burada iki farklı evreleme türünü ayırt etmek çok önemlidir. Klinik Evre (cTNM), ameliyat öncesi yapılan muayene, görüntüleme ve biyopsi sonuçlarına göre belirlenen tahmini evredir. Tedaviye bu evreye göre başlanır. Patolojik Evre (pTNM) ise, ameliyatla çıkarılan tümör ve lenf bezlerinin patolog tarafından incelenmesiyle belirlenen kesin ve nihai evredir. En doğru prognostik bilgiyi bu evre verir ve ameliyat sonrası ek tedavi gerekip gerekmediğine (kemoterapi, radyoterapi gibi) bu evreye göre karar verilir.
Hastalığın Evresi Tedavi Stratejisini Nasıl Belirler?
Kanserin nihai tanısı ve evresi, onkolojik tedavinin, özellikle de cerrahinin amacını ve şeklini doğrudan belirler. Cerrahinin kanser tedavisindeki rolü tek bir amaca hizmet etmez; hastalığın evresine ve hastanın durumuna göre farklı niyetlerle yapılabilir.
Kanser cerrahisinin başlıca amaçları veya “niyetleri” vardır:
- Tanısal ve Evreleme Amaçlı Cerrahi
- Koruyucu (Profilaktik) Cerrahi
- Küratif (Tedavi Edici) Cerrahi
- Debulking (Tümör Yükünü Azaltıcı) Cerrahi
- Palyatif (Semptom Giderici) Cerrahi
Tanısal cerrahi, adından da anlaşılacağı gibi, kesin tanı koymak için yapılır (örneğin bir biyopsi işlemi). Koruyucu cerrahi, ailesel kanser sendromları gibi çok yüksek risk taşıyan kişilerde, kanser gelişmeden önce riskli organın alınmasıdır.
Küratif (Tedavi Edici) Cerrahi, hastalığın lokalize olduğu (yani uzak organlara yayılmadığı) Evre I, II ve III’teki çoğu hasta için temel tedavi yöntemidir. Buradaki tek amaç kanserli dokunun tamamını, etrafında bir miktar sağlam doku ve genellikle bölgesel lenf bezleriyle birlikte geride hiç hücre bırakmayacak şekilde temizleyerek hastayı tamamen iyileştirmektir.
Debulking (Tümör Yükünü Azaltıcı) Cerrahi, genellikle ileri evre hastalıkta, kanserin tamamen temizlenmesinin mümkün olmadığı durumlarda yapılır. Buradaki amaç gözle görülür tümör dokusunun mümkün olduğunca fazlasını çıkarmaktır. Bu hem hastanın semptomlarını hafifletir hem de sonrasında uygulanacak kemoterapi gibi tedavilerin daha etkili olmasını sağlar. Yumurtalık kanseri, bu tür cerrahinin en sık uygulandığı durumlardan biridir.
Palyatif Cerrahi ise, hastalığın artık tedavi edilemez olduğu, yani kür şansının kalmadığı ileri evre hastalarda uygulanır. Buradaki amaç kanseri tedavi etmek değil kanserin yol açtığı sorunları çözerek hastanın yaşam kalitesini artırmaktır. Örneğin bağırsağı tıkayan bir tümör nedeniyle beslenemeyen bir hastaya tıkalı bölgeyi bypass eden bir ameliyat yapmak veya kanayan bir mide tümörünü kontrol altına almak, palyatif cerrahiye örnektir. Amaç hastanın kalan ömrünü daha konforlu ve acısız geçirmesini sağlamaktır.

Doç. Dr. İsmail Sert, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun olduktan sonra genel cerrahi uzmanlığını Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde tamamladı. İsviçre, Hollanda ve Malatya’da organ nakli, karaciğer, pankreas ve safra yolu cerrahisi üzerine eğitimler aldı. 2018’de Tepecik Hastanesi’nde karaciğer nakli programını kurdu ve yönetti. Türk ve Avrupa Cerrahi Yeterlilik Belgelerine sahiptir. Ağustos 2023’ten itibaren İzmir Bayraklı’daki özel kliniğinde hastalarını kabul etmektedir.
Laparoskopik Distal Pankeotektomi
Kanser Cerrahisi
Sitoredüktif Cerrahi ve HİPEC (sıcak kemoterapi)
Kanser Cerrahisi
Kitle sebebi ile Bilateral Adrenelektomi
Kanser Cerrahisi
Pankreas Baş kısmında ki yaklaşık 4cm’lik kitlenin Whipple Ameliyatı
Kanser Cerrahisi